Bayramlar, sevinç, iyilik ve birliktelik duygularının ön planda olduğu özel dönemlerdir. Ancak bu sevinç dolu günler, bazı ailelerde acı ve gözyaşı ile sona erebiliyor. Son günlerde yaşanan trajik bir olay, bu durumun acı bir örneği oldu. Dilan, kocası tarafından katledildi. Dilan’ın ölümü, sadece bir bireyin hayatını kaybetmesi değil, aynı zamanda ailesinin ve toplumun acı bir şekilde sarsılmasına neden olan bir cinayetti. Bu olay, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, aile içi şiddeti ve bu gibi trajik olayların ardındaki toplumsal sorunları sorgulamamıza sebep oluyor.
Dilan, yaşamına umut ve mutlulukla dolu bir başlangıç yapmış bir genç kadındı. Ailesi ve yakın arkadaşları tarafından sevgi dolu bir birey olarak tanınan Dilan, henüz hayata dair birçok hayali varken, kocası tarafından katledildi. Dilan’ın yaşamı, şiddet dolu bir evlilik içinde geçiyordu. Çeşitli şikayetlere rağmen, aile içi şiddet kurbanları çoğu zaman yalnız bırakılıyor. Dilan’ın yaşadığı şiddetin, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik etkileri de olduğu biliniyor. Bu tür ilişkilerde, mağdurların sesi genellikle duyulmaz ve çoğu kez dışarıdan bir destek aramaktan çekinirler. Dilan, yaşadığı zorluklarla başa çıkmaya çalışırken, ne yazık ki kocası tarafından hayatına son verildi. Bu olay, aile içindeki bu tür şiddet sarmalının korkunç sonuçlarını bir kez daha gözler önüne seriyor.
Dilan’ın trajik ölümü, bir kez daha toplumun göz ardı ettiği önemli bir gerçeği ortaya koyuyor: Aile içi şiddet, yalnızca bir bireyin sorunu değil, toplumun ortak sorunudur. Kadın cinayetleri, her geçen gün artarken, bu duruma karşı verilen tepkiler ve farkındalık çalışmaları ne yazık ki yeterli düzeyde olmuyor. Dilan’ın hikayesi, aile içindeki şiddetin neden olduğu sonuçları, aynı zamanda toplumun bu konuda neden sessiz kaldığını da sorgulamayı gerektiriyor. Yasal düzenlemeler, şiddete maruz kalan bireylerin korunması için önemli bir adım olsa da, bu sorunun kökenlerinde yatan toplumsal ve kültürel faktörlerin ele alınması şart. Toplumun tüm kesimlerinin aktif bir şekilde bu sorunu sahiplenmesi, sadece yasaların uygulanabilirliğini değil; aynı zamanda farkındalık yaratmanın önemini de artıracaktır.
Dilan’ın ölümü, bir kadının daha hayattan kopmasına neden olurken, aynı zamanda toplum olarak değişime olan ihtiyacımızı da gözler önüne seriyor. Artık sadece yasalarla değil, eğitimle, bilinçlenmeyle ve toplumsal söylemleri değiştirerek bu soruna karşı mücadele etmemiz gerekiyor. Dilan’ın hikayesi, sadece bir trajedi olarak kalmamalı; bizleri harekete geçiren, toplumsal dönüşüm için bir motivasyon olmalıdır. Her bireyin, bu tür vakaların önüne geçebilmek adına üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi önemlidir. Unutulmamalıdır ki, değişim, bilinçli bireylerle başlar. Dilan için adalet arayışı, tüm toplumu tehdit eden bu sorunun çözümü için ilk adım olmalıdır.